Analiz

Afganistan’da barış ne kadar yakın?

ABD (El-Kaide’nin aksine Afgan toplumunun bir parçası ve milliyetçi unsurlardan biri olarak gördüğü) Taliban’ı askeri olarak yenemeyeceğini kabullenmiş durumda.

18.04.2018 - Güncelleme : 18.04.2018
Afganistan’da barış ne kadar yakın?

İSTANBUL - ÖMER ASLAN

Afganistan devlet başkanı Eşref Gani, Şubat ayı sonunda Taliban’ı müzakere masasına oturtmak için yeni bir barış teklifinde bulundu. Afgan hükümeti, geçmiş önerilerinin aksine, bu defa herhangi bir ön şart olmaksızın Taliban’la masaya oturmayı teklif etti. Öneriye göre, Taliban’ın ilk aşamada mevcut Afgan anayasasını tanıması gerekiyor. Ancak Gani, müzakere sürecinin sonunda Afgan Talibanı’nın endişelerini gidermek için, Afganistan anayasasında değişiklik yapmaya da hazır olduğunu belirtti, müzakere süreciyle Taliban’ı meşru bir siyasal grup olarak tanıma sözünü verdi. Taliban’ın Pakistan istihbaratına bağımlılığını azaltmak için de üst düzey Taliban üyelerine ve ailelerine daha rahat seyahat edebilmeleri için Afganistan pasaportu sağlama ve Taliban liderlerine yönelik yaptırımları kaldırtma ve kara listelerden çıkarılmaları için girişimlerde bulunma sözü verdi.

Gani, bu sözlere karşılık Taliban’dan, Afgan hükümetinin meşruiyetini tanıyarak doğrudan kendileriyle masaya oturmasını, hukukun üstünlüğünü ve kadın haklarını kabul etmesini beklediklerini bildirdi. Taliban’ın incelediklerini söyleyerek henüz cevap vermediği cesur önerinin en ilginç tarafı ise teklifin, Taliban’ın eski İslamabad Büyükelçisi Molla Abdül Selam Zayif’in 2010 yılından itibaren yapılan görüşmelerde Amerikalılara ilettiği taleplerinin neredeyse tamamını içeriyor olması.

Barış çabalarının yakın geçmişi

Afgan hükümetinin Taliban’a sunduğu bu son öneri, uzun yıllardır aralıklarla devam eden barış görüşmelerinden elde edilen izlenimler, müzakereler ve tarafların birbirlerini tartmasının sonucunda gerçekleşiyor. ABD (El-Kaide’nin aksine Afgan toplumunun bir parçası ve milliyetçi unsurlardan biri olarak gördüğü) Taliban’ı askeri olarak yenemeyeceğini kabullenmiş durumda. Taliban ise NATO güçleri Afganistan’da kaldıkça Kabil’e dönme şansının zayıf olduğunun farkında. Diğer yandan Taliban da ABD de farkında ki Taliban yenilmedikçe “galip” hükmünde olacak. ABD kanadını sürece iten bir başka saik de Taliban’ın bu süreçte değiştiğine dair kanaatlerinin olması. Yıllar boyunca devam görüşmeler esnasında, Taliban’ın “gücü tekeline almak” ya da 90’lı yıllarda uyguladığı yönetim tarzına dönmek gibi bir amacının olmadığı muhataplarına ilettiği görülüyor.

Aslında Afgan hükümetinin bu son önerisi bir anda ortaya çıkmadı. ABD işgalden birkaç yıl sonra, Taliban ile El-Kaideyi birbirinden ayırma ve Taliban’dan ayrılmayı seçen bazı unsurları Kabil’e yerleştirme politikası izledi. Bush yönetimi bu süreçte Taliban ile doğrudan iletişime geçmeyi reddetti. Ama gelecekte herhangi bir anlaşma yapılacaksa, Taliban liderlerinin kara listelerden çıkarılması talebi ilk kez bu dönemde gündeme gelmişti. İlerleyen yıllarda işgalin artan ekonomik, toplumsal ve siyasi faturasıyla birlikte ABD, Taliban’ı askeri olarak yenemeyeceği gerçeğini sindirmeye başladı. 2011 yılına dek ABD’nin Afganistan ve Pakistan özel temsilcisi olan Richard Holbrooke’un öncülük ettiği çalışmalarda, daha ciddi müzakere imkânı arandı.

Holbrooke sonrasında, 2014’e kadar devam eden bu süreçte Beyaz Saray, CIA, dışişleri bakanlığı ve Pentagon ilişkilerindeki kurumlar arası uyumsuzluk, güvensizlik ve çekişme, Taliban’la ilk temasların farklı aktörlerce basına sızdırılması, (Pakistan, İran ve benzeri) farklı aktörlerin oyun bozucu roller üstlenmesi ve basit beceriksizlikler gibi nedenlerle görüşmeler sonuç vermedi. Taraflar arasında güven inşa etmek için, Taliban ile ABD arasında hükümlü değişimi dahi gerçekleştirildi. Barış müzakereleri yürütmek için Taliban’ın, ABD’nin de tanıyacağı bir siyasi büroyu Doha’da açması adımı da beceriksizce yürütüldüğü için ilk planda istenen sonucu vermedi. Bu dönemde, ABD özel kuvvetlerinin Pakistan’da yaptığı tek taraflı bir operasyonla El-Kaide lideri Bin Ladin’i öldürmesi de Pakistan-ABD ilişkilerini gerdi ve müzakereleri zora soktu.

2015 yılının sonunda, bu defa Çin, Pakistan, Afganistan ve ABD’nin içinde olduğu dörtlü bir koordinasyon grubu kuruldu. Ancak bu grubun buluşmalarından da herhangi bir sonuç çıkmadı. Taliban müzakere masasına oturmaya yanaşmazken, ABD’nin Taliban içinde bölünmeler meydana getirmek amacıyla örgütün lider kadrosunu hedef alma politikası devam etti. Bu amaçla 2016 yılının Mayıs ayında, Taliban Emiri Molla Muhammed Ömer’in 2013 yılındaki ölümünden sonra yeni emir seçilen ve koordinasyon grubu toplantılarına katılımı yasaklayan Molla Aktar Muhammed Mansur, İran’dan dönerken Belucistan’da, Amerika’nın insansız hava aracı saldırısında öldürüldü.

Trump'ın "yeni" stratejisi

Trump yönetimi ise “yeni” Afganistan stratejisi bağlamında, bir yandan askeri operasyonları yürüten sahadaki komutanlarına daha fazla hareket alanı sağlarken diğer yandan askeri ve diplomatik kanalı eşgüdümlü şekilde yürütmeye çalışıyor. Asker sayısını sahada arttırıp operasyonlarını devam ettirirken ciddi diplomatik adımlar attığı görüntüsünü veriyor. Askerlerini geri çekme konusunda tarih vermeyen ABD daha uzun süre Afganistan’da kalabileceği mesajını vermeye çalışıyor. Taliban içinde fikir ayrılıkları olduğundan hareketle, Taliban’ın iç dinamikleriyle oynayan ABD, müzakereye yanaşmayan kanadı ortadan kaldırmaya çalışıyor. Buna karşılık Taliban da grubun bütünlüğünü ve tek sesliliğini korumak için çabalıyor. 2018’in ilk aylarında Afgan yetkililerle İstanbul’da görüşen Taliban kanadının “Taliban’ı temsil etmediğinin” söylenmesi de grup içindeki bölünmelere işaret ediyor. Ancak bu bölünmelerin ne kadar keskin ve ciddi olduğunu ve hangi kanadın gücünün ne olduğunu ABD de dahil kimse tam olarak bilmiyor.

ABD’nin Taliban’ı masaya oturtmak için yaptıkları sadece askeri operasyonlardan ibaret değil. Ortadoğu’dan Afganistan’a kayan DEAŞ’ın varlığıyla da Taliban’ı köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Taliban sözcüsü Zehibullah Mücahid de DEAŞ’ın yol açtığı rekabetten duydukları memnuniyetsizliği dile getirip DEAŞ’la savaştıklarından bahsetti. Ancak DEAŞ’ın küçük de olsa Afganistan’daki varlığı, İran ve Rusya’nın Taliban’la işbirliği için bu ülkelere de bahane sağlıyor. ABD Taliban’ı köşeye sıkıştırmanın bir başka yolunu ise Taliban’ın güçlü olduğu yerlerde halkı Taliban’a karşı döndürmeye ve Taliban’ın da dahil olduğu Afganistan’daki savaşı gayrimeşru göstermekte arıyor. Taliban’ın üstlendiği ve sivillerin de hayatını kaybettiği Helmand’daki bombalı saldırının ardından başlatılan açlık grevi eylemi bunun bir sonucu. ABD ayrıca Suudi Arabistan ve Endonezya kanalıyla bazı Müslüman alimleri bir araya getirerek Taliban’ın müzakereyi reddedip savaşı sürdürmesinin meşruiyetini sorgulatmaya çalışıyor.

ABD Pakistan’ı sürece olumlu katkı yapmaya zorlamak için de farklı kanalları devreye sokmuş durumda. İlk olarak, Pakistan’ın en büyük korkularının başında gelen “Peştunistan” meselesini hatırlatır şekilde, Pakistan’da yaşayan Peştunlar mobilize olmuş durumdalar. Son günlerde Pakistan’da ortaya çıkan, özellikle Pakistan ordusunun Taliban’la ilişkisini ve hukuksuz eylemlerini eleştiren, seküler milliyetçi bir akım olarak yansıtılan Peştun Muhafaza Hareketi’ni (PTM) biraz da bu bağlamda okumak gerek. Amerikalı akademisyen ve gazeteci Steve Coll Directorate S başlıklı son kitabında, Afganistan devlet başkanı Hamit Karzai’nin ABD dışişleri bakanı Hillary Clinton’a, 2011 yılının Ekim ayında yaptıkları bir görüşmede, Afganistan’daki barışa yönelik Pakistan üzerinde baskı kurmaları için “Peştunları galeyana getirin; Afganistan’a zarar vermek için Pakistan tarafından kullanıldıklarını bilsinler” dediğini anlatıyor. Pakistan genelkurmay başkanı Bacva’nın PTM hareketinin “mühendislik” eseri olduğuna dair beyanları da ordunun gelişmeleri bu bağlamda okuduğunu gösteriyor. Fakat bu durumun Peştun vatandaşlarının meşru istek ve taleplerini Pakistan’ın görmezden gelmesine bahane oluşturmaması gerekiyor.

ABD’nin Pakistan’a yönelik askeri yardımları dondurması, Pakistan’la olan ilişkilerini “derin dostluk ilişkisinden” çok “alışveriş ilişkisi” olarak tanımlaması ve son olarak terörizminin finansmanına destek veren ülkeler listesinde gri listeye alması, Pakistan üzerinde kurmak istedikleri baskının bir başka boyutunu oluşturuyor. Her ne kadar Pakistan bu tür yaptırımlar karşısında Çin’le olan stratejik ilişkisine güvense de, ABD’de oluşan bu havanın Pakistan ordusunu endişelendirdiğini söylemek mümkün. Çin’in de bölgede istikrardan yana olduğuna ve yaptığı yatırımların korunmasını talep edeceğine hiç şüphe yok.

Son olarak, Pakistan içinde son dönemde yaşanan ve başbakan Navaz Şerif’in, ordunun da onayıyla, siyasallaşmış yüksek yargı tarafından görevden azledilmesini içeren güç mücadelesini de bu zemine oturtabiliriz. Pakistan ordusu böylesi bir dönemde, kendi tanımladığı şekliyle Pakistan’ın çıkarlarını ve ordunun korunaklı alanını muhafaza etmek için, seçilmiş liderler de dahil, alternatif bir ses ve aktör istemiyor.

Pakistan ordusunun bu süreci perde arkasından ama tamamen kontrol etme isteğinin bir boyutunu ise Trump yönetiminin Afganistan’daki barış sürecine Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) dahil etmesi oluşturuyor. Taliban’ın siyasi ofisinin yıllar önce Doha’da açılmasına bile çok içerlemiş olan BAE’nin ve Suudi Arabistan’ın yeni veliaht prensinin, Afgan barış sürecindeki rollerini İran’ı Orta Asya’da sıkıştırmak için ve bölgesel emellerinin bir uzantısı olarak kullanacakları açıkça görülüyor.

Sürecin çıkmazları

Afganistan’da barışı zora sokan en büyük çıkmaz, sürecin çok aktörlü olması ve her aktörün süreci akamete uğratacak araçlarının olması. Bu öylesine bir çıkmaz ki ABD Taliban’la doğrudan görüştüğünde, Afgan hükümetleri ABD’nin Afganistan’ı Pakistan kontrolüne bıraktığı korkusuna kapılıp süreci bitirebiliyorlar. Afgan hükümeti ile Pakistan barış için ikili anlaşma aşamasına geldiklerinde ise ABD dışarıda bırakıldığını hissedip süreci bozabiliyor. ABD ile Afgan hükümetleri Taliban’la müzakere kanalı açtıklarında ise Pakistan, Taliban üzerindeki kontrolünü kullanıp süreci çıkmaza sokabiliyor. Çin’in etkisi, İran’ın varlığı ve Hindistan’ın Afganistan’da daha görünür hale gelmesi de durumu içinden çıkılmaz ölçüde karmaşık hale getiriyor. Barış sürecine yardımcı olmak isteyen Katar gibi bir ülkenin dahli dahi tüm Körfez rekabetini sürecin üzerine boca edebiliyor.

Konuya müdahil bu kadar çok aktör olunca, her bir aktör varılabilecek anlaşmayla kendi çıkarlarının korunmasını istiyor. Bunun olmadığını gördüklerinde ise barış sürecini bozmaktan çekinmiyorlar. Bu da Afganistan’da barışın kompleks bir bölgesel çerçeveye oturmasını zorunlu kılıyor. Bu bölgesel çerçeve içinde ise bazı aktörlerin endişelerinin mutlaka giderilmesi gerekiyor. En başta, (herkesin Taliban üzerinde en etkili aktör olduğuna inandığı) Pakistan’ın istihbarat servisi şeflerinden Ahmed Şuja Paşa’nın 2010 yılı boyunca devam eden görüşmeler sırasında Amerikalılara söylediği gibi, Pakistan “milli çıkarlarının” korunması lazım. Bunların başında ise Hindistan’ın Amerikalıların çelişkili teşvikiyle Afganistan’da artan etkisinin azaltılması, bunun için de Pakistan’ın Afganistan’da etki unsurunun bulunması geliyor. Pakistan’ın gözetilmesini istediği en önemli diğer endişeleri de Keşmir meselesi ve Afganistan’ın da Pakistan Talibanı’na destek vermeyi bırakması.

Konunun tam ortasında ise ABD’nin tartışılmasını istemediği “işgalci” pozisyonu bulunuyor. Taliban 2010’dan bu yana yapılan görüşmelerde, aslında ABD ile herhangi bir sorunun olmadığını, problemin ABD’nin işgalinden kaynaklandığını söylüyor. ABD işgali bitmeden veya biteceğine dair söz almadan da doğrudan masada görünmenin meşruiyetine zarar vereceğini düşünüyor. ABD’nin askerlerini Afganistan’dan çekeceğine dair herhangi bir söz vermemesinin arkasındaki en temel neden ise 2010 yılında Hillary Clinton’un da itiraf ettiği gibi “ABD’nin Afganistan’daki nihai beklentisinin ne olduğunu bilmemesi ve tanımlayamaması”. Trump yönetimi bu tanımı yapmak şöyle dursun, henüz ne Afganistan ve Pakistan özel temsilcisi atamış ne de dışişleri bakanlığında Güneydoğu Asya dairesine atama yapmış durumda.

Devlet başkanı Gani’nin önerisi, Afganistan’da yeni bir dalgalı sürecin önünü açar mı henüz kimse kestiremiyor. Herkes önümüzdeki aylarda Pakistan’da yapılacak genel seçimlerle Afganistan’da yapılacak meclis seçimlerini ve yerel seçimlerde alınacak sonuçları takip edecek. Başta Pakistan ordusu olmak üzere bazı taraflar ise bu seçimlerin kendi istedikleri şekilde sonuçlanması için (her türlü seçim mühendisliği faaliyeti de dahil olmak üzere) ellerinden geleni yapacaklardır. Richard Holbrooke, Vietnam ve Bosna’daki arabuluculuk çabaları ve barış süreçleriyle Afganistan’daki durumu karşılaştırmanın yanlış olduğunu, “Afganistan’da çok fazla aktör olduğunu” ve “henüz yolun çok başında” olduklarını söylediğinde yıl henüz 2010’du. 2018’de değişen bir şey olduğunu söylemek için henüz çok erken.

[Ömer Aslan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktor-öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır]

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
İlgili konular
Bu haberi paylaşın